ÖZEL RÖPORTAJ

CEM AKDAĞ İLE DOLU DOLU
6 Ağustos 2011


Cem Akdağ, Türk Basketbolunun en değerli isimlerinden bir tanesi. Galatasaray ile başlayan oyunculuk kariyeri, ODTÜ ve Eczacıbaşı'dan sonra Galatasaray ile noktalandı. Galatasaray, Eczacıbaşı, Beşiktaş, Karşıyaka ve Brisa takımlarında görev yaptıktan sonra, 2007-2008 sezonunda Galatasaray Kadın Basketbol takımını çalıştırdı ve bir nevi "uyuyan devi" uyandırdı. 2009-2010 sezonunda Galatasaray Erkek Basketbol Takımı küme düşme tehlikesi ile karşı karşıyayken, hiç düşünmeden üzerine aldığı sorumluluğu layıkıyla yerine getirdi. Uzun yıllar milli takımın çeşitli kategorilerinde yaklaşık 400 maçta görev aldı. Bu başarılı basketbol adamı ile Milli Takımdan Avrupa Şampiyonasına, Galatasaray'dan Türk Basketbolunun geleceğine  kadar her şeyi konuştuk.


Hocam öncelikle antrenörlük kariyerinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Antrenörlük kariyerime resmi olarak 1982 yılında Galatasaray minik takımında başladım. Daha sonra Eczacıbaşı altyapı antrenörlüğü yaptım.  Ayrıca aynı senelerde Yıldız Milli takım ve Genç Milli takımlarda antrenörlük yaptım. Daha sonra Galatasaray da alt yapı koordinatörlüğüne getirildim.  Bir çok  kez Genç ve Yıldız Milli Takımla Avrupa şampiyonalarına katıldım. Daha sonra erkekler birinci liginde Galatasaray da yardımcı koç olarak görev aldım. Ayrıldıktan sonra Beşiktaş takımında baş antrenör oldum. Kısa bir dönem Karşıyaka’ya da koçluk yaptım. Daha sonra tekrar Galatasaray erkek takımında yardımcı antrenörü olarak döndüm. Aynı yılın sonunda kadın basketboluna geçtim ve Brisa takımında 3 sene süren bir tecrübem oldu, Brisa takımında ki görevimin son senesinde Kadın A Milli takımında baş antrenörlüğe getirildim ve uzun süre, sanırım sekiz- dokuz yıl süresince Milli takımda koçluk yaptım. Milli takımda ki son senemde Galatasaray Kadın takımından teklif geldi ve orada antrenörlük yaptım. Ancak ikinci senenin ortasında kendi isteğimle ayrıldım. Bu sene erkek basketboluna geri döndüm ve Galatasaray’da baş antrenörlük yaptım.Bu arada, hem kadın hem erkek milli takımlarında baş antrenör olarak sanırım 350 küsur maça çıktım.


2011 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonasında Milli Takımımız, kimsenin beklemediği bir performans göstererek gümüş madalya kazandı. O takımın oluşturulmasında sizin ve ekibinizin de emekleri olduğu tartışılmaz. Son maçları da insanlar sizin yorumunuzla dinledi. Kısaca turnuvayı değerlendirir misiniz?
    Açıkçası Galatasaray Kadın Basketbol Takımından ayrıldıktan sonra tüm konsantrasyonumu erkek basketboluna verdiğim için “Kadın Basketbolu” ile çok fazla ilgilenmedim. Ancak bu turnuvada mücadele eden Milli Takım benim için çok farklıydı. Neredeyse tüm oyuncular ve teknik ekip ile uzun yıllar birlikte çalıştım diyebilirim. Özellikle 2005 Avrupa Kadınlar Şampiyonası için başlattığımız çalışmalar sırasında bu takım için hepimiz çok emek vermiştik. O turnuvada daha önce hiçbir resmi maçta yenemediğimiz 11 takım ile mücadele ettik ve çeyrek finale kalma başarısını gösterdik. Yine o turnuva öncesinde; “Türk milli takımı yakın bir gelecekte muhakkak madalya alacak ve bundan sonra geriye gitmemiz söz konusu olamaz” dediğimi, bazıları hatırlayacaktır. Nitekim bu kadar çaba ve emeğin karşılığı alındı, bu da beni tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu etti. Turnuvaya gelince, eğer Amerikalı pivotları saymazsak ben Nevriye ve Nevlin’in Avrupa’da ki en iyi pivot 2'lisi olduğunu düşünüyorum. Orta mesafe şutu olan ve pota altında bir çok silaha sahip bu 2 pivotu yan yana getirmek çok önemli. Özellikle Fransa maçının başında Nevlin’in gösterdiği performansı kolay kolay hiçbir Avrupalı pivot gösteremez, Nevriye’nin ise tüm turnuva boyunca nedenli etkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Diğer pozisyonlarda ise Avrupalılara nazaran daha kısa kaldığımız için, o zamanlar aldığımız bir kararla takımın kuruluşunda ilk tercihimiz (boy yerine) agresiflik oldu. Belki bazıları hatırlar, 2005 yılında 4 point guardımızın çoğunlukla üç tanesi aynı anda oynardı. Oyuncularımız tecrübe kazandıkça bu oyun tarzı ile kendilerini Avrupa’da kabul ettirdiler. Çok fazla işin teknik yönünü bilmeyenler için belirtmemde yarar var, bu oyun tarzının göstergesi, kısaların aldığı ribaundlar ve rakibin yaptığı top kayıplarıdır. İstatistiklere baktığınızda diğer takımlar ile aramızdaki farkı görebilirsiniz. Ayrıca eskiden Euroleague'de oynayan takımımız yoktu, iki kulübümüzün son yıllarda Euroleague'e katılmaları sayesinde oyuncularımız önemli tecrübeler edindiler. Bu da millilerimizin başarısında çok önemli bir faktör oldu. Rakip takımlara gelince hiçbirinin bizim kadar bir arada antrenman yaptığını ve çalıştığını düşünmüyorum. Zaten bizim oyuncularımızın milli olma sayılarına bakarsanız inanılmaz rakamlarla karşılaşırsınız. Bence bu turnuvada takım olmanın ve sürekli olarak bir arada oynamanın karşılığını aldık. Açık söylemek gerekirse Basketbol Federasyonunun sağladığı bu ortamı herhangi bir kulüp takımının sağlamasına imkân yok.


    2009-2010 sezonunun ortasında Galatasaray Erkek Basketbol Takımı’nın başına geçtiniz. Pek çok kimse böyle bir dönemde bu sorumluluğun altına girmezdi. Göreve başlama süreciniz nasıl işledi? Sizi bu görevi üstlenmeye iten en büyük etken neydi?

    Öncelikle şunu söylemeliyim, ben basketbola Galatasaray Minik Takımında başladım ve aktif basketbolu, son 3 sene kaptanlığını yaptığım Galatasaray Erkek Basketbol Takımında bıraktım. Bu takımı çalıştırmak uzun yıllardır en büyük hayalimdi. Bununla birlikte antrenörlükte yaşadığım 30 senenin bilgi ve birikimi ile takımı küme düşmekten kurtaracağıma gerçekten inanarak bu teklifi kabul ettim. Göreve başlama hikayem ise şöyle oldu: O dönem yurt dışındaydım, o sırada eskiden beri dostluğumuz olan Nur Gencer beni aradı. Galatasaray’a gelmemi teklif etti. Bende, önce görüşmemiz gerektiğini çünkü bir sene önce Galatasaray’dan ayrıldığımı hatırlattım. Nur Gencer’de bunu kabul etti ve benim dönmemi bekleyeceğini söyledi. Daha sonra sanırım şartlar gereği dönmemi beklemeden antrenör olduğum ilan edildi. Gerçi biraz emrivaki oldu ama ben döndükten sonra her hangi bir sorun yaşamadan hemen görevime başladım.


    Normal şartlarda belki de pek çok oyuncu, bu durumdaki bir takımı bırakıp giderdi. Ancak o dönemde hiçbir oyuncu böyle bir şey yapmadı. Sanırım bu başarı birazda oyuncuların karakteri ile ilgili. Takımın başına geçtiğiniz ilk gün, takımın motivasyonu nasıldı? Olumsuz havayı değiştirmek adına ilk yaptığınız hamle ne oldu?

    Hiçbir oyuncunun daha önce böyle bir olay ile karşılaştığını sanmıyorum, dolayısı ile oyuncuların durumunu anlatacak en uygun sözcük “şaşkınlıktı”. Çoğu neler olacağını anlamaya çalışıyordu. Yabancı oyuncuların yurt dışına gitme şansları vardı ve sanırım bazı arayışlar başlamıştı. Türkler ise ne yapacaklarını henüz bilmiyorlardı ve her şeye şüphe ile yaklaşıyorlardı. İlk yaptığım hamle; oyunculara katı kuralları olmayan, hepsinin hoşuna gidecek bir basketbol tarzı uygulayacağımızı söylemek oldu. Uyguladığımız sistem kısa süre içinde etkisini gösterdi ve ilk maçları kazandık. Bence esas önemli olan iyi bir başlangıçtı. Diğer önemli unsurlar ise taraftarın arkamızda olması, kaybedilen maçlardan sonra moralimizi yüksek tutmamızdı ve sonuna kadar mücadele etmemizdi.

    Avrupa 2.si olan takımda en başarılı oyuncular "80 jenerasyonu" diye tabir edilen jenerasyona ait oyuncuları ve bu oyuncular belki de son büyük organizasyonunu oynadı.2014 Dünya Basketbol Şampiyonasında Nevriye Yılmaz, Şaziye İvegin, Tuğba Palazoğlu, Nilay Yiğit gibi isimler büyük olasılıkla yer almayacak. Bu bağlamda Milli Takımın geleceğini nasıl görüyorsunuz?  


    Ben kadın basketbolunda, erkeklere nazaran tecrübenin çok daha önemli olduğuna inanıyorum ve 2014 yılında, hepsi olmasa bile bahsettiğiniz oyunculardan bazılarının oynayacağını düşünüyorum. Son turnuvada yapılan bazı oyuncu seçimlerinde bu gözüktü. Ancak Milli Takımımızın agresif oyun tarzı işi biraz bozuyor. Sanırım alt yapıdan gelerek takımımızı sırtlayacak oyuncular olmadığı için, tecrübeli oyuncular ile yola devam ederken, teknik anlamda bazı yeni ayarlamalar yapmak gerekecek.



    Ümit Milli Takımımız U20 Şampiyonasında ancak 9. olabildi. Ümit Milli Takımımızda yer alan sporcuların, kulüp takımlarında aldıkları süreler ortada. 3 Amerikalı ve 1 devşirme üzerine kurulu ilk 5’lerde pek çok genç oyuncu kadroda 10. 11. ya da 12. oyuncu konumunda. Genç oyuncuların gelişimini sağlamak amacıyla nasıl bir sistem uygulanmalı?

    Yıllardır bu konu konuşulur, genelde bir yabancı veya iki yabancı olsun denir ancak hep lafta kalır. Öncelikle hepimiz, kulüplerin kendi başarıları için uyguladıkları yöntemi kabul etmek zorundayız, biz onlara şu oyuncuyu oynat, bu oyuncuyu oynatma diyemeyiz, bu onların tercihdir. Kulüplerin ve antrenörlerinin kendilerine göre kriterleri var ve bu kriter daha çok Türkiye ligleri için geçerli. Belki daha çok dış temas yapan Alt Yapı Milli Takımlarımızda uygulanacak farklı bir teknik sistem( Erkeklerde olduğu gibi) kulüplerimize öncülük edebilir. Bu yolla kulüplerimiz bazı oyuncuların değerini daha erken anlayabilirler. Son şampiyonada A Milli Takım oyuncularımızı büyük paralar ile ülkemize transfer edilen oyuncularla kıyaslama şansını yakaladık. Eminim bazı kulüp yöneticileri bu duruma bayağı şaşırmıştır. Yıllar önce antrenörlüğünü yaptığım U20 takımında ki oyuncular da aynı sorunları yaşamalarına rağmen, uyguladığımız farklı sistem sayesinde Sofya’da Avrupa dördüncüsü olmuştu. Şu anda A milli takımda, o takımda oynayan Bahar Çağlar ve Seda Erdoğan bulunuyor. Eğer yabancı kısıtlaması gibi radikal kararlar alamıyorsak, o zaman Milli Takımlar düzeyinde farklı işler yapmalıyız. Ben bunu 2004 de, oyuncuya göre sistem değil, sisteme göre oyuncu seçmek diye adlandırmıştım.

    Nevriye Yılmaz, uzun yıllardır Türk Milli Takımında Center oynuyor. Kendisi 32 yaşına basmak üzere ve hala alternatifini bulabilmiş değiliz. Melek Bilge, Karataş kardeşler, Esra Ural gibi isimler geleceğin oyuncuları olarak gösteriliyor ancak oynadıkları kulüplerde istedikleri süreleri alamıyorlar. Milli takımın bu pozisyondaki sıkıntısı hakkında neler söylemek istersiniz?

    Bu antrenörün bakış açısına bağlı. Türkiye’de özellikle kadın basketbolunda oyuncunun her şeyi yapması istenirken nedense, koşması zıplaması çok önemsenmiyor. Bir defasında, Milli Takım alt yapısındaki bir coach, gelecek vadeden bir uzun oyuncuyu neden oynatmadıklarını sorduğumda, bana "maçı kazanmamız lazım o yüzden oynatamıyoruz" demişti. Erkeklerden bir örnek verecek olursak Japonya’da yapılan Dünya Şampiyonasında Fatih Solak yaklaşık 10 dakika süre alıyordu. Aynı şekilde Antrenörlüğünü yaptığım Galatasaray takımında da zaman zaman uzun süreler oynadı ancak geçtiğimiz sene ve aradaki sezonlarda onu pek seyredemedik. Bunun nedeni kesinlikle antrenörlerin bakış açısı. Bence antrenörler, bu oyunculardan ilerideki yıllarda değil de, bugün yararlanabilecekleri bir sistem geliştirirlerse sorun çözülür. 



    2007-2008 sezonunda Galatasaray Kadın Basketbol Takımını çalıştırdınız ve sizin başında olduğunuz takım Cumhurbaşkanlığıkupasını aldı, ligde yıllar sonra final oynadı ve o sezondan sonraki sezon AvrupaŞampiyonlukları, Türkiye Kupaları kazandı. Takımın bugünlere gelmesinde mihenk taşı konumundasınız. O sezon Vickie Johnson, Sophia Young, Chantelle Anderson ve Petra Ujhelyi yabancı oyuncu tercihlerinizdi. Ayrıca o sezon transfer ettiğiniz Işıl Alben, kulübün simgelerinden biri haline geldi. Sezon başlarken oyuncu tercihlerinde hangi kıstasları göz önünde bulundurdunuz?

      Başlangıçta Milli Takımdaki kıstasları göz önüne alarak yola çıkmıştım. Ancak bazı sakatlıklar ve problemlerden dolayı farklı bir basketbola yöneldik, yaptığımız sert savunma rakibi yıpratırken, bizi de yıprattığı için ve o yıl kontrollü hücumu tercih ettik, ayrıca kısıtlı rotasyonumuzda bizi buna zorladı. O sene Chantelle Anderson’la bir önceki sene anlaşıldığı için devam etmek durumunda kaldık. Vickie Johnson ise benim yakından takip ettiğim bir oyuncuydu hatta bir yöneticimiz bana "çok yaşlı değil mi?" diye sorduğunda, "kadın basketbolunun Hagi’sini transfer ettik" demiştim. Sophia’yı ise bir yıl önce Fenerbahçe- Bruno maçında seyretmiştim, pozisyonu için tüm rakiplere ters gelen bir oyuncuydu çabuk olması, agresif olması boy dezavantajının avantaja çeviriyordu. Petra Ujhelyi ise Avrupalı olarak bulunabilecek en kaliteli uzundu. Işıl Alben ise Milli Takımda savaşçı yapısı ile ileride çok şeyi değiştirecek bir oyuncu olduğunu belli etmişti.



      Yine o sezondan devam etmek gerekirse, o sezon en çok güvendiğiniz 2 isim Esra Şencebe ve Macar pivot Petra Ujhelyi’di. Bir Avrupa Kupası maçından sonra Petra’nın performansından bahsederken kullanacak kelime bulamadığınızı hatırlıyorum. Aynı şekilde Esra’ya da maçın en kritik yerinde şut kullanması için direktifler verdiğinizi biliyoruz. Bu iki oyuncu hakkında neler söylemek istersiniz?
        Petra Ujhelyi ve Esra Şencebe diğer takım arkadaşları gibi yürekleri ile oynayan oyunculardı, ince şeyler istediğiniz zaman onlardan pek verim alamazdınız. Petra’yı benim için farklı kılan özelliği arkasında yedek uzun olmamasına rağmen(Chantel hep sakattı) aynı sertlikle savunma yapar ve maçın sonuna kadar oyunda kalmayı başarırdı. Esra ise daha önceki yıllarda hiç kullanmadığı şutör özelliğini kullanacak önemli bir fırsat yakalamıştı ve bende bunu kullanması için onu desteklemiştim.

        2007-2008 sezonu kadrosu oldukça başarılıydı ve o sezon final oynadı. Ancak final serisinde sadece 6-7 oyuncu kullanabildiniz. Sezon içerisinde Şebnem Kimyacıoğlu ve Chantelle Anderson’un sakatlığı, Gülşah Akkaya’da yaşanan pürüzler sizi final serisinde zor durumda bıraktı. Yinede kısıtlı kadroya rağmen Fenerbahçe ile başa baş mücadele ettiniz. O takımın başarısını neye bağlıyorsunuz?

        O takımın içinde yer alabilmek için istekli, güçlü ve savaşçı olmak zorundaydınz. Bence o sezon doğal bir seleksiyon yaşandı, nitekim bugün halen o takım hatırlanıyorsa böyle oynadıkları için hatırlanıyorlar.


        Rusya 2011 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonasında altın madalyanın sahibi oldu. Turnuva boyunca her iki maçta da açıkçası çok fazla zorlanmadan Milli Takımımızı yendiler. Sahaya baktığımızda her pozisyonda bizden daha tecrübeli ve daha size’lı olduklarını gördük. Bu tip üst düzey turnuvalarda kalıcı başarı yakalamak için, Rusya, Fransa gibi güçlü takımlarla olan rekabeti sürekli hale getirmek adına neler yapılmalı?

        Rusya takımı ile mücadele etmek gerçekten zor. Siz turnuvanın sonuna gelirken fizik olarak çok yıpranıyorsunuz, onlar ise bu avantajlarını turnuvanın sonuna kadar kullanıyorlar. 2005 yılında turnuvanın hemen başında Ruslara son topta kaybederken, eksik tecrübemize rağmen ilk maçlardan biri olduğu için fizik olarak çok hazırdık. Sizinde dediğiniz gibi boy farkı inanılmaz. O seviyelere ulaşmak için aynı agresifliği taviz vermeden gelecek olan daha uzun jenerasyonlarda uygulamaya devam ettirmek lazım. Yoksa boyu uzun diye koşamayan, zıplayamayan oyunculara üç dakika süre vererek o seviyelerde mücadele edebilmek neredeyse imkânsız.


        2011-2012 sezonunda Galatasaray Kadın Basketbol Takımı, tarihinin en kaliteli kadrolarından birini kurdu. En son genç oyuncu Ayşe Cora ve sizin döneminizde de forma giyen Sariye Kumral(Gökçe)’ı transfer etti. Galatasaray yeni sezonda hem Euroleague’de hem de TKBL’de neler yapabilir?

        Galatasaray Kadın Basketbol Takımı, önümüzdeki sezonda hem Euroleague’in hem de Türkiye liginin tartışmasız favorisidir. Bunu yalnız ben değil Kadın Basketbolundan biraz anlayan herkes söylüyor.

        Kuşkusuz Sariye Gökçe’yi en iyi tanıyanlardan biri sizsiniz. Çok fazla üst düzey yabancı oyuncu alındı. Geçen seneden de oturmuş bir yerli kadrosu var ve bu kadroya TKB2L’den bir transfer yapılması pek çok kişinin bu transfere burun kıvırmasına neden oldu. Herkes onu en iyi tanıyan coach’lardan biri olan Cem Akdağ’dan yorum bekliyor. Sizce Sariye Gökçe, bu Galatasaray kadrosunda nasıl bir sorumluluk üstlenir?

        Açıkçası Ayşe Cora’yı hiç izlemedim, Sariye’yi ise, uzun süredir seyretme imkânı bulamadım, o nedenle bu konuda bir şey söylemem doğru olmaz. Eski günlere geri döndüğümüzde Sariye Kumral, iki numarada oynayabilen delici bir oyuncuydu ancak şu anda ne durumda olduğunu zaman gösterecek.

        Ülkemizde kadın basketboluna olan ilgi yok denecek kadar az. Yalnızca Galatasaray-Fenerbahçe maçlarında ve Milli Takım’ın maçları olduğu dönemde belirli bir kitle maçları takip ediyor. En son Milli Takım’ımızın yakaladığı başarıdan sonra ilgi bir nebze olsun arttı. İnsanları kadın basketboluna nasıl yönlendirebiliriz? Kadın basketboluna olan ilgi ve bakış açısı nasıl artar?


        A Takımlar düzeyinde düşünürsek, işin teknik tarafında şimdilik yapacak pek bir şey kalmadı. Öncelikle Milli takımımız vazifesini fazlasıyla yerine getirdi ve Avrupa ikincisi oldu. Önümüzdeki sezon büyük bir ihtimalle Euroleague final-four finalinde bir veya iki Türk takımını göreceğiz. Zaten şu anda artan ilginin nedeni de bu başarılar ve hedefler, artık bundan sonrası tamamıyla yöneticilerin işi, hem federasyon hem de kulüp yöneticileri bu konuyu ele almalılar. Ancak işin en üzücü yanı Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi'ne bir sponsor bulunamaması. Kulüp yöneticilerinin bu tarz işlerle uğraşacakları yerde, yabancı teknik adam arayışlarını anlamakta zorluk çekiyorum.


        Sayın Cem AKDAĞ, basketbola yeni başlayan sporcular için ne gibi tavsiyelerde bulunabilir?

        Erkek veya Kadın sporcular için değişmeyen tek kural, basketbol oynamayı çok sevmektir. Yalnız basketbolu sevmek ile basketbol oynamayı sevmek arasında çok fark vardır. Ben gece saat 3 de NBA seyretmek için kalkan ancak salona gelince koşmadan basketbol oynamaya çalışan, yürüyerek şut atan birçok genç tanıyorum. Basketbolun bir spor olduğunu unutmadan iyi bir basketbolcu olmak için çok çalışılması gerektiğini akıllardan çıkarılmamalı.

        Çok uzun yıllardır basketbolun içindesiniz. Pek çok erkek ve kadın basketbol takımları çalıştırdınız. Peki, Cem Akdağ’ın bundan sonraki hedefi nedir?

        Bu güne kadar çalıştığım her kategori ve organizasyonda bir çok kişinin imkansız dediği hedefler ulaştım.Aktif olarak antrenörlüğe geri döndükten sonra yine aynı yolu takip edeceğim.

        Expect Great Org Özel Röportajıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.



        Hiç yorum yok:

        Yorum Gönder